Rabıtanın Şirk Olduğunu Söyleyenlere Cevap

Tarih: 19.12.2020 17:18
Rabıtanın Şirk Olduğunu Söyleyenlere Cevap

Râbıtanın Şirk Olduğunu Söyleyenlere Cevap

Bütün dünyada meşhur olmuş artistleri görürler, kalplerine so­karlar, bir güzel köşk görürler, kalplerine sokarlar, bir araba görür­ler, beğenir kalplerine sokarlar, bunları düşünmek şirk olmuyor da, bir Allah dostunu düşünmek niçin şirk olsun?
Birisi, secde ederken “halıya secde ediyorum” dese müşrik olur. Mihrabın önünde namaz kılarken “mihraba secde ediyorum” veya “Beytullah’a secde ediyorum” dese müşrik olur. Ama “Beytullah’ı veya mihrabı vesile ederek Allah’a secde ediyorum” denirse, o şirk değildir.
Nasıl ki bedenin kıblesi var. Ruhun da kıblesi var. Ruhun kıblesi mürşidler, Mevlâ’nın dostlarıdır. “Maksudum” diye düşü­nülürse o doğru değildir. Ama “maksudumun aynasıdır” denirse o doğrudur. Kâinatın her zerresi Allah’ın aynasıdır.
Nitekim İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) şöyle buyurur:
Râbıta kendisine doğru secde edilendir, kendisi için secde edi­len değildir. Mihraplar ve mescitler dahi bu manânın dışında değil­dirler.
İmâm-ı Rabbânî, Nakşibend (kuddise sirruh) için “Kıbletü ku-lûbina” (kalplerimizin kıblesi) buyurur.
Kıble; yönelinen yer demektir. Yani İmâm-ı Rabbânî, Nakşibend (kuddise sirruh) için, kalplerimizin onunla Mevlâ’ya döndüğü zat, demek istemiştir. Rabbimize secde etmek istediğimizde bunu nasıl eda ediyo-ruz? Kâbe‘ye yönelerek. İşte kalpler ile Mevlâ’ya yö­nelmek istenildiğin-de bu zatlar vasıtası ile yönelinmiş oluyor. Mevlâ maksuddur, şeyh ise a maksudun yoludur.
Râbıta etmedikçe kalp kapısı açılmıyor. Râbıta kuvvetli olursa, bütün ibadetler şeker gibi bal gibi tatlı gelir size. Eğer râbıta olmazsa ibadetler acı, karanlık, sıkıcı gelir.
Râbıta öyle bir şeydir ki, bütün afetlerden kurtarır insanı. Pey­gamberimiz nasıl dua ediyordu:
رَبِّ لَا تَكِلْن۪ى اِلٰى نَفْس۪ى طَرْفَةَ عَيْنٍ فَتُهْلِكُن۪ى
“Ya Rabbi! Göz açıp kapanıncaya kadar da olsa beni nefsime bırakma. (Niçin?) Beni helak eder.”[1]
Râbıta üzere olsanız, sokakta bulunduğunuzda öteye beriye bakmazsınız. Çünkü kalbinizin gözü râbıta aynasında. Râbıta büyük kale. Râbıta etmediğinde mutlaka bir yerlere bakıyorsun hem de en kötüsüne. O râbıta, ibadeti de kolay eder insana. Tarikat meşayihinden biri söz verdi “tarikat derslerinize yardım edeceğim” diye.
Dön dolaş zikrullaha. Râbıtaya çok emek verelim. Zikir bütün ilimlerin, rahmetlerin kapısıdır. Akılları bile halis hale getiren zikrullahtır.
Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur ki:
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلوُبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِاَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِتَطْمَئِنُّ الْقُلوُبُ
“Bunlar, Allah’ın zikri ile kalpleri huzura kavuşarak iman edenlerdir. İyi bilin ki, ancak Allah’ı anmakla kalpler yatışır ve huzur bulur.”[2]
İnsanla Cenâb-ı Hak arasında hiç münasebet yoktur. Toprakla Rablerin Rabbi arasında ne münasebet olabilir? Yalnız insan zikre­dince Mevlâ Teâlâ ile bir münasebet bir alâka hâsıl oluyor. O mü­nasebet ve alâkadan sevgi doğuyor. Münasebet arttıkça sevgi de ar­tıyor.
Ne zaman ki sevgi zikredeni kaplıyor, bu kimse kemal derece­sine yükseliyor. İtminan (kalbin huzura kavuşması) hâsıl oluyor.
Bir beyitte şöyle gelir:
عَلَيْكُمْ بِذِكْرِ الْحَقِّ دَوْمًا فَاِنَّهُ
جِلاَءُ الْقُلوُبِ وَالْغِذَاءُ  لِاَرْوَاحٍ
Hak Teâlâ’nın zikrine devam ediniz,
Çünkü zikir kalplerin cilâsı, ruhlar için (ise) gıdadır.
[3]

Böyle sevgi münasebeti kazandıran bir zikir Râbıta ile olur. Ni­tekim İmâm-ı Rabbânî bir mektubunda şöyle buyuruyor:
“(Mevlâ’ya) kavuşturucu yollar içinde râbıtadan daha çabuk kavuşturanı yoktur. Hangi talihli kimseye bu nimeti ihsan eder­ler?”[4]
Hâce Ahrar (kuddise sirruh)Fıkarât Risalesinde buyuruyor ki: “Rehberin (şeyhin) görüntüsünü (şeklini hayal etmek) Hakk’ın zikrinden daha faziletlidir (tesirlidir).”[5]
Yani rehberin hayali, talibe (kalbin tasfiyesinde) zikretmesin­den daha çok faide verir, çünkü başlangıçta, talibin Hak Teâlâ ile yakınlığı yoktur. Bunun için zikretmekle çok faidelenemez.
Râbıta hatırlamak, demektir. Eğer râbıta müşrik ederse hiç muvahhid yoktur. Çünkü herkes mutlak bir şeyler düşünür, hatırlar. Kalbi hatıra gelen süfli düşüncelerden temizlemek için kalp aynası­nın yüzünü, kalbi Mevlâ’ya tutulan bir Allah dostunun kalbine çe­virmelidir. O zaman Mevlâ Teâlâ’nın nuru parlar oraya.
Mesnevî’nin sahibi Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî der ki: “Ya Rabbi! Seninle arama hiçbir şey koyma. Peygamberlerinden ve dostlarından başka.”
İşte bu sözde ne kast ediliyor? Râbıta.
Mürşit ancak bir aynadır. Aradığımız o değil, onun gösterdiği, bütün kainatı yaratan Allah Teâlâ (celle celâlühû) hazretleridir. Mürşidin kalp aynası vasıtasıyla Mevlâ (celle celâlühû) görülüyor gibi olur.

Râbıta Yoluyla Feyiz Nasıl Alınır

İnsanın kendinden haberi yok gürültü içinde gidiyor. Televiz­yon, video ve sair şeyler kasırga yeli gibi. Ancak kim mümkün ol­dukça köşeye çekilir râbıta eder o kurtulur.
Nefis firâr, leyse leha karar.
Nefis firar eder onun için karar olmaz.
Hayırdan şerre doğru kaçar. Halbuki şerden hayra doğru kaç­malıdır. Nefis nereye kaçayım diye etrafına bakınınca tesbihi ele almalı, râbıta ile Allah’ı zikretmeli. Râbıta nefsi muzîb (eritici) şey­tanı firâr ettiricidir. Nefis erimeden yakalanmıyor.
Kudsiyy’enin bir beytinde râbıta şöyle anlatılır:
Eğer mir’at-ı şemse karşı insan,
Tutarsa görünür şems anda ayan.

O mir’at’a dahi mir’at tutan can,
Görür anda da şems, anla ihvan.

Bu esrârı bilüp Hakk’a gidelim,
Cemâl-i bâ-kemâle seyr idelim.

Diğer bir beyitte de şöyle buyurur:
Gönülden gönüle yol var Halilâ,
Mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebilâ.
Gönülden gönüle yol olduğu gibi, aynadan aynaya da yol var­dır. Eğer yol olmasa aynadan aynaya güneş akseder mi?
Bir aynadaki güneşin ikinci bir aynaya aksetmesi için, ikinci aynanın yüzünün, birinci aynaya dönük olması lâzım. Eğer ikinci aynanın yüzü birinci aynaya dönük olmazsa o zaman güneş ona ak­setmez. Çünkü aynanın arkasının, güneşi göstermeye kabiliyeti yoktur.
Eğer bir mürid kalp aynasını, mürşidinin kalp aynasına tut­mazsa ona feyiz akmaz. Bir müridi kalp aynasını, mürşidin kalp aynasına tutması demek, “Bu benim Allah’ımın aynasıdır” diye ha­tırlamasıdır. Mürid bunu hatırlar hatırlamaz, kalp aynası mürşidin kalp aynasına dönmüş olur. O zaman müride mürşidin kalp ayna­sından feyiz akar.
Bir kalp aynasından diğer bir kalp anasına feyiz geçmesi için bir şart vardır. İkinci ayna sahibi, birinci ayna sahibini “Bu benim Allah’ımın dostudur” diye düşünecek, böyle itikat edecek. Ebû Ce­hil, Resûlullah’ı hatırladı ama, onun Allah’ın Peygamberi olduğunu kabul etmeyerek.
O, Peygamberimizi “Ebû Talib’in yetimi” olarak gördüğü için hiç feyiz alamadı. Ebû Bekir Sıddîk (radıyallâhü anh) ise, Peygam­ber Efendimizi “Allah’ın en büyük dostudur” niyeti ile hatırladı ve Resûlullah’ın kalbinden feyiz ona sel gibi aktı.
İsmet Garibullah (kuddise sirruh) buyurur ki:
بُو قَلْبْ مِرْاٰتْ كِبي۪دِرْ عَكْسْ ا۪يدَرْ حَالْ
Bu kalp mir’at gibidir, akseder hal.
Bu kalp ayna gibidir, hal akseder.
Bu kalp ne bakımdan ayna gibidir? Halin aksetmesi bakımın­dan. Kalp aynasının yüzü eğer mâsivâ çalısından, tozundan, pak olursa, nereye yönelirse, onun hükmüne girer. Kalp bütün dertler­den, kasvetten kurtulup Mevlâ’nın bir dostuna çevrilirse, o dostta ne varsa hepsini alır.
Bir müridin kalbi mürşidin kalbinin karşısına gelirse, mürşidin bütün kemâlâtını çeker. Onu için râbıta en yüksek vesiledir. Bunu bırakmamalı. Bunu iyi anlamalı.
Râbıta, mürid ile mürşid arasında manevî bir yoldur. Mürid kalp aynasını mürşidine çevirince onda ne kadar kemâlât varsa ge­lir. Bir aynanın karşısında çiçek, ağaç, dağ taş, güneş her ne tutsa­nız aynaya akseder değil mi? İşte bunun gibi.
كُوكُلْ و۪يرْ اَكْمَلَه عَكْسْ ا۪يدَه اَحْوَالْ
Gönül ver ekmele aksede ahvâl.
Ekmel mürşide gönül ver ki, onda ki haller sana aksetsin.
Ekmel mürşid çalışa çalışa mükemmel olmuş mürşiddir. Böyle bir mürşide gönül verince, onda ne kadar huzû, huşû, inâbe, zühd, takva, güzel ahlâk, huzur varsa, hepsi size akseder, onun gibi olursunuz. Mürşid Allah’tan aldığını size aktarır. Bu aktarma birden bire olmaz, yavaş yavaş olur.
Mürid râbıta ettikçe, ona feyiz yavaş yavaş akar. Daha önce sizden birinize İstanbul’u versem çarşaf giymezdiniz, ama şimdi İs­tanbul’u versem çarşafı çıkarmazsınız. Nereden geldi bu hal? Râ­bıtadan geldi.
Hacı Dursun Efendi Hocam şöyle derdi:
“Siz, bunca zaman râbıta ediyoruz da bir şey olmuyor, dersi­niz, halbuki oldu. Nâmahreme bakmıyorsunuz, haramlardan kaçını­yorsunuz, çalgı dinlemek istemiyorsunuz, televizyon seyretmekten kendinizi alıkoyuyorsunuz, ibadete devam ediyorsunuz, günde beş bin kere “Allah” demeyi seviyorsunuz. Bunların hepsi râbıtadan­dır.”
Râbıta ettiğiniz müddetçe, mürşidinizin kalbindeki nur, sizin kalbinize akseder. Mürşidin kalbinden gelen nur, toplana toplana, müridin kalbi sanki nur yığını olur. İman suretten hakikatte erer.
Mürşid, müridi yavaş yavaş yetiştirir, siz ise taneyi toprağa ko­yup, hemen bitsin istiyorsunuz, ama hemen bitmez. Allah Teâlâ kaç ay toprakta durduruyor. Yağmurlar yağıyor önce tohumlar nemle­niyor, ondan sonra topraktan iğne gibi bembeyaz bir filiz çıkıyor.
Devam eden mahrûm olmamıştır. Devam etmeyen havadan kuş tutsa ona bir faidesi olmaz. Bir gün olsun yemek yemeden du­ramayız. Aynı şekilde ders yapmadan da hiçbir gün durmamalıyız. İşrak, kuşluk, evvabin, kabir-nur ve teheccüd namazları müridi ye­tiştirir. Râbıtaya devam ettikçe de mürşidin kalbindekiler müride akseder. Çünkü; musluktan su akıtıyorsunuz, suyu musluk mu veri­yor? Hayır o sadece vasıtadır. İşte mürşidde Mevlâ Teâlâ’nın tecel­lilerini müridlerine aksettirir, aynalık vazifesi yapar. Güneşe tutulan tuğlaya baksanız, yahut eşeğin nalınına baksanız güneşi size akset­tirebilir mi? Peki güneşe tutulan aynaya baksanız o gösterir mi? Evet.
Râbıta yaparken, hastalık vb. sebeplerle feyzin geldiğini anlama­yabilirsiniz. Bu pek önemli değildir. Önemli olan feyzin geldiğine itikat ederek râbıta etmenizdir.
Mürid şeyhini “bu zat benim Allah’ımın dostudur” inancı ile hatırlar hatırlamaz hemen şeyhte ki nur parlar ona. Aynayı güneşe tamamen çevirince, ayna hemen güneşin ışığını alır mı almaz mı? Alır. İşte bunun gibi.
Râbıtada feyiz akıyor. Oh ne güzel mürid o tadı aldı mı doy­maz. Kaşığı yere koymaz. Feyiz alamayınca da bırakmamalısınız. Unutmayın biz feyzin, tadın, tuzun kulu değil Allah’ın kuluyuz. Fe­yiz alsak da almasak da, Rabbimizi anmalı zikretmeliyiz.
Râbıta yaparken feyzin geldiğini sanki kalp gözünüzle görüyor­sunuz gibi olmalısınız. Böyle olursa o size kuvvet verir, dünya işlerinizde dahi.
Râbıta çok mühim ve müessir şeydir. Milletin aklı kesmiyor, ne yapalım. Herkes akıllı olsa tımarhanelere ne lüzum var?
Daima râbıta üzere olalım, yemekte içmekte.
Kimi mürid ilk râbıta edişinde feyzi anlar ama, ekseriya bu ta­rikata çalışa, çalışa kemal bulup terakki edince anlaşılır.
Evliyaullahı, râbıtayı inkâr ediyorlar. Râbıta sevgiden doğan bir şeydir. İnsan Allah dostunu sevmesin de kimi sevsin? Şeytanın arkadaşı olanı mı sevsin? Siz böyle insanların fikirlerini çene sal­lamakla, onlarla cedelleşerek defetmeye çalışmayın. Siz tarikata kuvvetle sarılın.
Her şey râbıta ile yaşanır. Padişahlarımızın aileleri ile beraber intisab ettiği şeyhleri var idi. Bundan sebep dünyayı titretiyorlardı. Sonra onlar bu işlerden soğuyunca, kendileri başkalarından titre­meye başladılar. İslâm, insanı aslan, İslâmsızlık insanı tilki eder.
Râbıtayı inkâr edenlere, bu kapının aleyhine konuşanlara yüz vermeyin. Zira şeytana cevap vermenin faidesi yoktur.
Şeytan Âdem babamıza; Ya Âdem! deyince Adem babamız, de­fol demesi gerekirken “Ne oldu?” deyip onu dinledi. Hata etme­sine sebep oldu. Balık yemi yiyeyim de kaçayım derken takılır ağa kalır.

Muhabbet Olan Yerde Râbıta Olur

Muhabbet olan yerde râbıta olur. Bizleri bağlayan bağ mu­habbettir.
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”[6]
Cenâb-ı Hak Musa‘ya (aleyhisselâm); “Seninle beraber evinde oturmamı ister misin?” buyurdu. Musa (aleyhisselâm) heyecanın­dan, hayretinden secdeye kapandı. Mevlâ Teâlâ buyurdu:
اَنَا جَل۪يسُ مَنْ ذَكَرَن۪ى
“Ben beni zikredenin meclis arkadaşıyım.”[7]
Risâle-i Kudsiyye’de şöyle buyrulur:
Enbiyâ u sıddîkin oldular yâr
Şehid u sâlihîn de oldu ahyâr

Gönül ver bunlara ol vâsıl-ı yâr
Kabul it pendimi bul kenz-i esrâr

Gözün yum bu cihandan gel gidelim
Cemâl-i bâ-kemâle seyr idelim

Bir başka beyitte de şöyle gelir;
Saray-ı seyr-i sırrullah gönüldür
Yabanda gezme şehrâh-ı yâr gönüldür

Azîm dergâh-ı sırrullah gönüldür
Bu bendlerden geçüp Hakk’a gidelim
Cemâl-i bâ-kemâle seyr idelim
Gönüle girmeyen Allah’ın yoluna giremez. Hazret-i Ebû Bekir gönüle girdi kazanacağını kazandı.
Nitekim Büyük Şeyh Efendi beytinde bunu şöyle ifade eder:
Resûlullah hadisinde işâret
Ebû Bekir
 içün itdi itme gaflet

Salât u savm kesretiyle bu nisbet
Değildir aks idüp bil sırr-ı vuslat

Bu cezbeye düşüp Hak’a gidelim
Cemâl-i bâ-kemâle seyr idelim.

Zikir ve râbıta uyanmanın delili ve çaresidir.
Anın feyz-i kemâlinden işit cân

Uyandı oldu yüz bin kâmil insan
Huzurunda niceler kıldı peymân

Bilâ-tevkîf olubdır bahr-i sübhân
Bu kutba ver gönül Hakk’a gidelim
Cemâl-i bâ-kemâle seyr idelim.
“Bazı dostlar ahirette de dostturlar.” buyrulur. Bu dostluk ahiret için olursa. Ancak Allah için olan dostluklar hiçbir zaman hiçbir yerde bozulmaz.
Sen Allah’ı ararsan Allah da seni arar bulur.
Üstadım buyururdu ki; “Mahmud oğlum! İki türlü beraberlik vardır; bilgiden doğan beraberlik, bir de sevgiden doğan beraberlik. Hangisi daha muteberdir? Sevgiden doğan beraberlik. Zira bilgiden doğan beraberlik, mesela: Rabbim beni görüyor, konuştuklarımı işitiyor vb. şekilde Rabbisi ile beraber olan bir müridin bu beraber­liği, Mevlâ’nın zatı ile değil sıfatları ile olan beraberliğidir ve bu kesintilidir daimi değildir. Gaflet edip bunu unutması mümkündür. Sevgiden doğan beraberlik ise Allah Teâlâ’nın zatı ile olan bir bera­berliktir ve kesintisizdir. Zira seven sevdiğini kendisini zorlamaksı­zın, yemek yerken, yürürken, otururken, her halükârda hatırlar. Bu insanın yaratılışının gereğidir.”
İnsan sevip ünsiyet etmeye ve gönlünü bağlamaya meyillidir. Bu yönden bakıldığında dünyada râbıta etmeyen hiçbir kimse bu­lamazsınız. Herkes râbıta ediyor ama kimlere? Artistlere, dostuna, düşmanına. İnsan en çok sevdiğine ve sevmediğine râbıta eder. Bunların hepsi kalbi harap eden şeylerdir. Bunlardan kurtulup, gü­zel hallerle hallenmek için kalbi muhabbet râbıtası ile bir Allah dostuna bağlamalıdır. Nitekim İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) bu hususta şöyle buyurur:
“Bu manevi yolda ilerlemek, kendisine uyulan şeyhe yapılan muhabbet râbıtasına bağlıdır. Bir mürid, şeyhine olan muhabbeti vasıtasıyla anbean onun boyasıyla boyanır (halleriyle hallenir, ah­lâkı ile ahlâklanır) ve akis yoluyla onun nuruyla nurlanır.”[8]
Muhterem Üstadım Ali Haydar Ahıshavî (kuddise sirruh) tari­kat hususunda nasıl bir usul uyguladı ise biz de onu tatbik ediyoruz. Bu yolu ondan yüksek yerden öğrendik. Râbıtanın üç çeşidi vardır, hangisi kazançlı gelirse, hangisini adet edinirseniz onunla yaparsı­nız. İllâ birini yapacaksınız diye bir mecburiyet yoktur. Fakat üçü beraber olmaz.
 
[1] Ebû Dâvûd, nr. 5090; Ahmed, el-Müsned, 5/42; İbnu Hibbân, es-Sahîh, nr. 970; Hâ­kim, el-Müstedrek, nr. 2000; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 10405, 10487; Şu’abu’l-Îmân, 759,760, 761; Ebû Nu’aym, el-Hilye, 7/238; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, nr. 564. (Son kısmı hâriç).
[2] Ra’d 13/28.
[3] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 1/99, 92. Mektup.
[4] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 1/160, 187. Mektup.
[5] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 1/160, 187. Mektup.
[6] Buhârî, Edeb, 96; İbnu Mâce, 2536; Ebû Dâvûd, nr. 4031; İbnu Hacer, Fethu’l-Bârî, 11/413, 528; Zeyla’î, Nasbu’r-Râye, 1/182; İbnu Ebî Şeybe, el-Musannef, nr. 33016; Bezzâr, el-Müsned, nr. 2966; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, nr. 2436; Zeyla’î, Nasbu’r-Râye, 4/347.
[7] Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 8/175; İbnu’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 3/159-160; Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, s. 95; İbnu Receb, Câmi’u’l-Ulûm ve’l-Hikem, 2/522.
[8] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 1/252.
Yükleniyor...