Müridanın başucu kitabı Maktubatı Rabbani

Tarih: 19.12.2020 16:24
Müridanın başucu kitabı Maktubatı Rabbani

Müridanın başucu kitabı Mektûbât-ı Rabbâni

İmam-ı Rabbani hazretleri, benzeri az yetişen müstesna bir İslam âlimi ve büyük bir mürşidi kâmildir. Hindistan’da yetişen en büyük velidir. O, Nakşîbendiyye, Kadirîyye, Suhreverdîyye, Çeştîyye ve Kübrevîyye büyüklerinin bütün kemâlâtına kavuş-muş ve bu tarikatların hepsinden icazet almıştır.

Muhtelif memleketlere irşad için gönderdiği halifelerine, ilim ehline ve bu yolun manevi yolcularına pek çok mektuplar gönderip onları sünnet-i seniyyeye teşvik etti. Nice manevi makamları ve gizli sırları açıkladı ve çözümü zor olan pek çok soruyu tek tek cevapladı.

Zamanının padişahlarına, yaratıcısını unutmuş devlet adamlarına ve o devrin yetki sahibi kişilerine çok tesirli mektuplar yazarak, gerçek yolun Kur’an ve Sünnet yolu olduğunu, hurafelerle mücadelenin şart olduğunu anlattı.

İşte İmamı Rabbani hazretlerinin yazmış olduğu bu mektuplar bir kitapta toplanmış ve “Mektubat” isimli meşhur eser meydana gelmiştir. İnşallah bu köşemizde O büyük İmamın “Mektubat” isimli eserinden seçtiğimiz bazı mektupları sizlerle paylaşacağız.

Bu vesileyle evvela İmamı Rabbani hazretlerinin hayatı hakkın- da kısa bir malumat verelim.

Geleceği Önceden Haber Verilen Yenileyici

Hicri 971 (1563) yılında, muharrem ayının onuncu günü, yani âşûre gününde Hindistan’da Delhi ile Lahor arasında bulunan ve o zamanın önemli bir yerleşim merkezi olan Serhend şehrinde doğmuştur. Doğduğu yere nisbetle kendisine “Serhendi” denilmiştir.

Nesebi, baba tarafından Abdullah b. Ömer yoluyla Resulüllah’ın ikinci Halifesi Hz. Ömer’e dayanır. Yirmi sekizinci göbekten Hz. Ömerü’l-Faruk’un torunudur ve Onun soyundan gelmesi hase- biyle de “Farukî” nisbetiyle anılır.

Asıl ismi Ahmed bin Abdülehad el-Farûkî olan İmamı Rabbani hazretlerinin geleceğini birçok büyük veli müjdelemiştir. Bun- lardan Şeyh Ahmed (Molla) Camî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Benden sonra Allah’ın veli kullarından ismi Ahmed olan on yedi tane zat gelecektir. Bu zatların sonuncusu ise bin yılının başında ortaya çıkacaktır ki, Bu onların en üstünüdür.”

Ehl-i Keşifden büyük bir topluluk, burada kastedilen zâtın İma- mı Rabbani hazretleri olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.

Daha sonra Kendisine “Müceddid-i Elf-i Sanî” (Hicri) ikinci bin yılının müceddidi denilmiştir. Bu ünvanla anılmasının sebebini kısaca izah edelim:

Eski ümmetlerde her bin senede şeriat sahibi bir Resül gelir, ev- velki şeriatı değiştirirdi. Her yüz senede ise bir Nebi gelirdi ki, bu Nebiler şeriat sahibi Peygamberin getirdiği ahkâmı değiştirmez, onu kuvvetlendirirdi.

Fakat Peygamber Efendimizden sonra başka bir Peygamber gel- meyeceğine göre, bu görev Peygamber varisi olan âlimlere dü- şüyordu. Nitekim Peygamber Efendimiz bir Hadisi şeriflerinde “Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinini yenileyen (bir mü- ceddid) gönderecektir.” (Ebu Davud, Mışkat, l, 82) buyurmuştur. Gerçekten de Hadisi şerifin beyanı veçhile, her yüzyılın başında İslam Dinini kuvvetlendiren böyle bir müceddid gelmiştir.

Efendimizden bin sene sonra ise, İslam Dinini her bakımından ihya edecek, bidatlerden temizleyip Asr-ı Saadetteki saf, duru ve temiz haline getirecek ve Efendimize gerek zahiri, gerekse batınî hususlarda tam varis olacak bir zatın gelmesi gerekirdi. İşte O zatın İmam-ı Rabbani hazretleri olduğunda âlimler ittifak etmişlerdir.

Gerçekten de bakıyoruz ki; İmam-ı Rabbani hazretleri, Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamdan bin sene sonra gelmiş, hicri ikinci bin yılının başında zahiri ve batini ilimleri tamamlayıp, mutlak olarak irşad makamına oturmuş ve âlemi cihanı, Resülüllah Sallallahü Aleyhi Vesellemin nurları ile aydınlatmaya, bidat ve hurafeleri ortadan kaldırıp İslam Dinini ihya etmeye başlamıştır. O sıralar Hindistan’da ve hatta bütün İslam âleminde baş göste- ren sapık fikirler, bozuk inanışlar ve din düşmanlarının korkunç saldırıları Onun vasıtasıyla bertaraf edilmiş, Hak ile batıl birbirinden ayrılıp, insanlar gaflet uykusundan uyandırılmıştır.

İmamı Rabbani hazretleri, dine sokulmak istenen hurafe, bid’at ve batıl inançları reddedip, dinin aslını muhafazaya çalışmış ve o devir insanının ihtiyacı olan dinî meselelerde yeni bir takdim şekli ortaya koyarak herkesin kabulünü kazanmıştır. Tevhid ehline gerekli olan Kur’an ve Hadis anlayışını telkin buyurmuş, tefrika ve indî tevilden bunalan ricali uyandırmıştır. Böylece zamanın uleması ve şahı gedası Ona intisap etmiş ve yolundan ayrılmamışlardır.

İmamı Rabbani hazretleri itikat konularında müctehid olup, hicri ikinci bin yılının müceddididir. Allah-u Teala yüksek mertebelerin husûsî sırlarını Ona bildirmiş, Onu irşad Kutbu seçerek ikinci binin yenileyicisi ve nurlandırıcısı kılmıştır. Bunu da birçok ilhamla kendilerine haber vermiş, bu manayı ve esrarı herkese yayıp ifşa etmesini emretmiştir.

Onun, gerek şeriat, tarikat, marifet ve hakikatteki Asr-ı Saadet anlayışı, gerekse İslam’ı anlatış ve yaşayışı, tabilerini her geçen gün çoğaltmış, bu üstün hizmetleri sadece Hindistan’la bağlı kal- mayıp, dünyanın her tarafına kök budak salmıştır.

İmam Rabbani hazretlerine “Müceddid-i Elf-i Sanî” (Hicri) ikinci bin yılının müceddidi denilmesinin yanı sıra, talebeleri ve sevenleri arasında “Sıla” ismiyle de anılmıştır. Zamanının âlimleri de Ona “Sıla” ismiyle hitab etmişlerdir. Zira, İmam-ı Suyûtî’nin “Cem’ül-Cevâmî’”isimli eserinde geçen bir Hadisi şe- rifte: “Ümmetimden birisi gelir, Ona ‘Sıla’ ismini verirler. Onun şefaati ile çok kimseler Cennete girer.” buyrulmuştur.

İşte bu hadis-i şerifte müjdelenen “Sıla” ismini Ondan evvel kimse almamış ve Ondan evvel hiç kimseye “Sıla” denmemiştir.

“Sıla” birleştirici demektir. İmamı Rabbani hazretleri de, tasav- vufun İslamiyet’ten ayrı olmadığını, bilakis İslam’a uygun olduğunu delillerle ispat etmiş, İslam ahkamıyla Tasavvufu vasledip birleştirmiştir.

Çünkü Onun yaşadığı dönemde, sapık fikirlerin, bozuk ina- nışların yaygın olması yanında başka fitneler de vardı. Mesela tasavvufta bir ekol olan “Vahdet-i vücud” görüşünü anlatan sözler, Müslümanlar arasında çeşitli şekillere sokuldu. Birçok cahil kimse, büyüklerin sözlerindeki manaları anlamayarak zamanla dinden çıktı. İslam düşmanları da bunu fırsat bilip, Müslüman-

ları doğru yoldan ayırmak, birbirine düşürüp parçalamak için çalıştılar. Tasavvufla, İslam’ın Şer’i hükümleri arasında ayrılık ve çatışma varmış, ikisi birbirinden ayrıymış gibi gösterdiler. Bu yönde propagandalar yaparak, Müslümanları çeşitli isimlerle gu- ruplara ayırıp birbirine düşman etmek istediler.

İşte ortalık bu fitnelerle kaynıyorken, İmam-ı Rabbani hazret- leri ortaya çıktı ve başta vahdet-i vücud bilgileri olmak üzere, yanlış anlaşılan daha birçok meseleyi açıkça izah ederek, in- sanların zihinlerini ve kalplerini, bozuk inanışlardan temizledi. Tasavvuf hakkında erbabınca sorulan bütün sorulara ikna edici cevaplar vererek anlaşılmayan yer bırakmadı. Ne kadar Tasavvufî terim varsa, hepsini ayrı ayrı ve mükemmel bir şekilde açıkladı. Böylece, bu konularda yanlış anlamaya müsait olan ifadelerin ar- kasına sığınarak Müslümanlara saldıran, onları kandırıp şaşırtan şarlatanların ve tarikatı istismar eden sahtekârların maskelerini düşürdü. Tarikatla-Şeriat arasındaki rabıtayı iyice güçlendirdi ve iki sistemi vasledip, yani birleştirip tek bir vücut haline getirdi. İşte Ahkam-ı İslami’ye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle de kendisine “Sıla” denildi.

Nitekim İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda; “Beni iki derya arasında ‘Sıla’ yapan Allah’ü teâlâya hamd olsun” diye dua etmiştir.

Son olarak, köşemize ismini verdiğimiz, “Mektubat” isimli eser hakkında da kısaca malumat verecek olursak;

İmam-ı Rabbani hazretleri gençlik yıllarında bir takım eserler ve risaleler kaleme almışsa da, şeyhlik makamına çıktıktan son- raki irşad yıllarında, gönül sohbetleriyle ve mektupla irşad usu- lünü benimseyerek eser telifini bırakmıştır. Malum mektup’la irşad, Peygamber Efendimizle başlayan bir tebliğ yöntemidir. Asr-ı saadetten sonra pek çok ilim ve gönül adamı, bunu benim- semiştir. İmam-ı Rabbanî hazretlerinin gerek talebe ve halifeleri- ne, gerekse devrin sultan ve devlet adamlarına yazdığı mektuplar bir eser haline getirilmiş, muhtelif dillere tercüme edilerek bir kaynak eser niteliği kazanmıştır.

 

İlgili Ürünler
Yükleniyor...